29 Aralık 2013 Pazar

gitmek istiyorum.

bir bir geliyor aklıma herşey.
meğer lafla yürütüyormuşum ben o peynir gemisini
bir fotoğraf yıkabiliyormuş herşeyi batırıyormuş işte o gemiyi!
gitmek istiyorum herşeyden ve heryerden.
milâdını doldurmuş bir takvim gibi hissediyorum kendimi
eski günlerin her birinden kayıklar yaparak filo kurmuşum meğer ben
gitmek istiyorum açılmak istiyorum denizlere kaçmak istiyorum
alışamıyorum insan küfüne artık.
ve ağlayamıyorum sadece yutkunuyorum
yutkunuşlarım sadece boğazımda düğümleniyor.
sinirleniyorum fakat öfkem içimde patlıyor. yerimden dahi kalkamıyorum
GİTMEK İSTİYORUM. HERŞEYDEN TÜM HATIRADAN GİTMEK İSTİYORUM.

9 Aralık 2013 Pazartesi

ölmek derken?

"manevi ölümler adına yazılır bazı şarkılar o yüzden ölümden korkum yoktur benim. defalarca öldüm şarkılar şahit.
böyle şarkılar manevi açıdan hep öldürür ki manevi ölümler en zorudur ölümlerin
bir beden bir kurşunla devirebilir fiziki açıdan
fakat manevi ölüm denen şey öyle değildir şarjörler dolusu mermilerden sıyrılıpta bir bıçağın üzerine koşarsın delice."
"yoksun ve yokluğunu aramıyor değil bazen. insanlara bişeyler anlatmaya çalışıyorum sevgi adına adanmış bir hayatın üzerine aşkın değerini yutkunuyorum ve susuyorum öylece bakıyor gözler beni anlamıyor. onu anladığımda o an gözlerimi ellerimin o yokluğu sarmalıyışına kitleniyorum. masanın üzerinde iki el. ya parmaklarının arasında bir dal sigara oluyor işte ya da bir bardak içki. yutkunamıyorum.. direnişler yersiz ve yeryüzünde anlaşılamamak. saplanıyor bıçak gibi bedenime arıyorum. lanet olsun arıyorum."

16 Kasım 2013 Cumartesi

bir cümle söylemek istiyorum!

ben çok özlüyorum onu. yaz günlerinde geçen o sarnaşık günler ençok bu soğuk kış günlerinde lazımmış oysa. iz bırakılıyor öyle deme tanrım. ben seviyorum imkansızlık içinde başkaldırıyı ve sevgi yaratmayı. yaşamayı görev bellemişken ben yangın yerinde..

20 Eylül 2013 Cuma

Kesat Kral

yokluk anlamını yitiyor şimdi birbir çareler yükleniyor omuzlarının arasına ve bu yükleniş ağır bir çığlıktır.
deformasyona uğrayan, sempozyumlara direnen hıçkırıklara şarkıdır sessizliğin çağlayanında gürleyen, intihara kadar sürükleyen enternasyonal duygusallık Elbet bir gün domalacaktır yalnızlığa.

15 Eylül 2013 Pazar

kaçtım bir korkağım özür dilerim.

"battığında ölür gemi. ve kaptan en son da olsa terk-i diyar eyler o gemiyi. kaderine terkedilmiş her gemi ağlamaklıdır buruktur. Nereye gitsen mavidir demiştik ya artık o maviye bulanmıştır artık yoktur gemi. ah o küçücük gemi. ve gemicikler ne boğuldunuz o maviliklerde aptallıktan başka bişey değildi."


7 Ağustos 2013 Çarşamba

bu şiirden sonrası yalandır.

Hep yanıldı ve yenilgilere uğradı 
Ama atıldı yine de serüvenlere 
Vakti olmadı acıların hesabını tutmaya 
Durup beklemeye, geri dönmelere vakti olmadı. 

Yangınlarla geçti ömrü ve hep yalnızdı 
- ki onlar daima birer yalnızdılar 

Nerde doğmuştu ve ne zaman kopup 
Gitmişti o kentten anımsamıyor artık 
Hangi sokaktaydı ilk sevgili ve hala 
Sürüp gider mi ilk öpüşmenin esrikliği 
Gizlice buluşmaya gelen ve ölürcesine 
Korkular geçiren o kız nerededir şimdi 
Sensiz olursam yaşayamam diyen 
O liseli kız hangi kentte kaldı 
Ve o sarışın 
O afeti devran bekler mi hala 
Atlas yataklara sererek yaşamanın anlamını 

Üşüten bir acıydı belki her ayrılık 
Her yolculuk yangınların başladığı yereydi 
Ama vakti olmadı hesabını tutmaya 
Aşkların, ayrılıkların ve acıların 

İstese de kalamazdı vakti gelince 
Geyik sesleri yankılanınca yamaçlarda 
Yürek burkulması ve hüzün ve keder 
Aralıksız doldururdu acıların bohçasını 
Dudaklarında öpüşlerin gül esmerliği 
İçinde kıpırdanıp durur ufuk çizgisi 
Ay bile soğuktur o zaman 
Bir buz parçasıdır 
Çaresiz çıkılacaktır o yolculuklara 
Ki bir ömrün karşılığıdır serüvenler 

Biraz da serüvendi yaşamak 
Belki yatkındı büyük yolculuklara 
Ki serüvenler daima büyük aşklar 
Ve büyük yolculuklarla başlar 

Anıları aşkları ve bir kenti 
Bırakıp gidebilirdi apansız 
Apansız başlardı yolculuklar 
Hangi saatinde olursa günün 
Ve hep kar yağardı nedense 
Durmadan kar yağardı yol boyunca 
Ve nasılsa yok olup giderdi hüzün 
Kent görünmez olunca arkada 
Ne bir veda sözcüğü dökülürdü dudaklarından 
Ne de dönüp bakardı geriye bir kez olsun 

Ne zaman yollara düşse biterdi acılar 
Gül yüzlü sular fışkırırdı toprağın karnından 
Kavaklarsa oynak bir çingene kızı 
Her kıpırdanışında açılıverir uzun ince bacakları 

Mekan tutmak ve her akşam aynı ufukta 
Güneşin batışını seyretmek ölümdür biraz 
Ölümdür biraz hep aynı yatakta 
Aynı kadınla sevişerek sabaha varmak 
Kitapları hep aynı raflara sıralamak 
Aynı eşyayı kullanmak eskimektir biraz 
Soluk soluğa yaşamalı insan 
Her sabah yeni bir şeyler görebilmeli 
Ve cehenneme dönse de bir ömür 
Mutlaka bir şeyler değişmeli her/gün 

Ey o büyük yolculukların ürperten heyecanı 
Okyanus dalgalarının sesleriyle dol bu ömre 
Ölüme ve aşka durmadan kement atan 
Serüvenlerle geçsin yaşamak 

Buz tutmuş bir dünya ortasında 
Yollara düşerdi o hep aynı ıslıkla 
Önünde dağlar, uçurumlar 
Sarsılan gök, yarılan toprak 
Çelik uğultularla burgaçlanırken 
Yaşamak işte öylesine kucaklardı onu 
Ve her nasılsa keklik sekişli 
Bir aşkın sevinci dolardı yüreğine 
Çıkarıp atardı o zaman deli bir ırmağa 
Ne kalmışsa bir önceki serüvenden 

Soluk soluğa yaşadı kentleri, aşkları 
Bağlanacak kadar kalmadı hiçbirinde 
Pervasız bir acemi, bir çılgın 
Soyu tükenen bir bilgeydi belki de... 

O yalnız kaybetmesini öğrendi ömründe 
Avucundan dökülen kum taneleriydi her şey 
Ne bir serseriydi ne de yılgın bir savaşçı 
Ama kendi kafasıyla düşünen ve hakkında 
Ölüm fermanları çıkartılan biriydi belki 
Sevince deli gibi severdi 
Pervasız severdi sevince 
Dövüşmek ancak ona yakışırdı 
Ona yakışırdı aşklar ve yolculuklar 
Yoktu bağlandığı herhangi bir şey 
Bulutlar gibi çekilip giderdi seslerin arasından 

Ne bilir ömrün değerini bir çılgın 
Yalnızca kendini yaşamayı nereden bilebilir 
Ve başarısız eylemler çağında o 
Kaçabilir mi binlerce kez ölmekten 

Yerleşik yargıları olmadı hiç 
Kurmadı güzel gelecek düşleri 
Nerede bir yangın, nerede tehlike 
O mutlaka oradaydı birdenbire 
Dinsizdi, özgür sayılırdı belki 
Ama bağlanmazdı özgürlüğe de 
Hiçbir yerde yeterinden çok kalmadı 
Beklemedi anılar sarnıcının dolmasını 
Şikayetsiz yaşadı yaşadığı her günü 
Yoktu yüreğinde pişmanlıkların izi 

Ayrıntıların izi kalmamış artık 
Üst üste yaşanmakta ayrılıklar 
Ve bir bulut gibi sıyrılıp gidilmiştir 
Dağların, denizlerin üzerinden 

Geride kalan ne varsa soluktur şimdi 
Titreyen kandiller gibi sönmek üzeredir 
O eski konaklar gibidir anılar 
Gül bahçeleri, sessiz koru ve orman 
Belki sağanak boşanır apansız 
Yüzyıllık bir yağmur başlar 
Ve sinsi bir hastalığa dönmeden alışkanlıklar 
Yok olup gider her şey, belki kül olur 

Hırçın bir okyanustur yürek 
Dar gelir ufuk ve mutluluklar çevreni 
Anılarsa birer çıban izidir 
Yaşanmaz onların ölgün gölgesinde 

Durgun bir su gibi aktı mı yaşamak 
Ve zaman uysal bir kısrak gibi dinginleşti mi 
Anısız kalınmıyor artık ne yapılsa 
Kuşatıyor yolları, aşkı ve ömrü 
Bekleyişleri kemiren çakal sesleri 
Oysa bütün köprüler yakılmalı ayrılık vakti 
Ve herhangi bir şeyle eşit olmaksızın 
Yollara düşülmeli habersiz ve sessiz 
Çürük bir diş gibi kanırtıp kentleri 
Dünyanın ağzını kanlar içinde bırakmalı 

Bir ömrün olgunlaştıramayacağı 
acemilikler toplamı ve bir çılgın 
boyun eğmedi kendine bile 
seçme zorunda kalmadı yaşamayı 

nasıl bağlanmadıysa yere ve zamana 
bağlanmadı kendine de ömür boyu 
dağlara tırmana atlar gibi 
soluk soluğa yaşamak istedi dünyayı 
bir şahin gibi bulutlara kurdu 
dumanlı sevdaların yörük çadırını 
sıradan bir gezgin değildi hiç 
dövüşür gibi yaşadı yolculukları 
belki korkusuz sayılmazdı büsbütün 
korkardı korkulara düşmekten zaman zaman 

ve bütün gemileri yakıp 
yollara düşerdi o hep aynı ıslıkla 
mutlu muydu, hiç düşünmedi böyle şeyleri 
umutlardansa nefret etti daima 

hep yanıldı ve yenilgilere uğradı 
ama atıldı yine de serüvenlere 

pervasız bir acemi 
soyu tükenen bir bilgeydi belki de 

Ama bir şey vardı yine de 
Başarısız ihtilallerden kendine kalan

10 Haziran 2013 Pazartesi

Ve Deniz sessizce terkedilirken..

bir denizden kopan kaptan gibiyim. Biraz duygularım benim kadar aylak ve otoritemin yıkıldığı devrim bu bi nevi. ve bişeylere direnişim. alışmışken o denizin dudaklarında ki neme ve çakıl taşları üzerine uzanmış bir beden üzerine doğan güneşe ve de yosun tutan envai çeşit insan küfüne herşeye karşı kaptanı olmak bir geminin. en son terkecek kişi olan bir kaptan iken! bir anda gitmek bilinçli intihardı. bir kurak çöle doğru yürüyorum şimdi. bundan sonra gördüğüm herşey bir seraptır.



6 Haziran 2013 Perşembe

ayaz kılıç bileyen rüzgarımdır benim. Bense savaşa her daim hazır nefer.

kış bitti. ama hala kalbimin damarlarında serin bir akış var hissediyorum. korkunç bir his bu birazda çılgınca geliyor. bir tek bende mi oluyor bu diye düşünmeden edemiyorum. Oysa ben bunu sadece sıratta hissetmiştim. günahlar ağır, yakıcı bir hisle dokunuyordu zeminden tenime ama içim üşüyordu. hepsi geri de kalmıştı hani bir kere daha olmuycaktı? o adam yargılanıp yakılmıştı, külleri savrulmuştu gökyüzüne, bulutlara karışmıştı? belkide bu son yağmurlar yüzündendir bu hissim. Küller gökyüzüne savrulmuştu tahmin ediyorum ki buluta karıştı ve havanın o fizyolojik mutasyonuna uğrayıp bir yağmur damlası oldu ve tenime değdi ve bana bunu hissettirdi. neyse bu da geçicek birgün..
      geçmiş! benden neler aldı düşünüyorumda çevremde geleceğe dair bir hata yapacak olana doğru dönüyorum çabalıyorum o hata olmaması için. Tamam bazen insan yaşayarak öğrenmeli, bu şekilde büyümeli. ama bazı şeylerin vebali çok ağır bunu biliyorum ben yandım. bir başkasının yanmasına göz yumamam. Duygusal bir adamım. Tüm işlediğim cinayetler bu yüzdendir Tanrım. Affet beni..
      henüz çocukçaydım. Birşeylerin farkında olmanın bana verdiği bir sorumluluğa bürünmüş, gözlerimi karartmıştım. gözlerimi bir insan boyuna izahlamış, kaşlarım çatık yürüyordum. Sevdalaydım. yeşilçam filmleriyle büyümüştüm. "Sevgi emek ister" diye bir replik anımsıyorum. Kadir İnanır ve Türkan Şoray ın bir filminden. bu sadece film de geçen herhangi bir replik değil hayatın öz cümlelerini bir kitapta toplasam ilk on cümlemin arasına girecek kadar anlam yükledim. Anlamı derin benim için. Ve ben derinleri severim. Yüzme bilmem pek. boğulmayı göze almayı severim yaşamak adına çırpınışları..
      benim sevdam henüz modern beşeri kalıplara sığmamış, soyutlukla sıvanmış "vatan, bayrak" sevdasıydı. Atalarıma aşığım. Onlar gibi yaşıyordum adeta, Dünya nın tüm rehavetine, rahmetle kucak açıyordum. Ama birgün yıkılıcaktım bir başka devletin bir fitnesiyle. Fünye takılıp uçuralacaktı ya bedenim ya da aklım. ve o gerçekleşti bir devlet tarafından aklım da bedenimde yıkıldı. Kalp ve beyin arasına öyle bir fitnedir ki aşk. Hiçbir gücün yıkamadığı bu ben ah bu ben! yıkıldı.. Bir kadın tarafından.. geçmişteki ahmaklıklarımın bedeliydi belkide "her kadın gelip geçer soyun giyin biter" sloganını deviren anarşizmdi aşk,  gönül monarşilerini dize getiren, sarayları meyhaneye çeviren, haremleri zindana çeviren silahsız kuvvet bu aşk.. Aşk. tek hece söylemesi çok kolay dilin telafuz edememesi için anca dudakların birbirine dikili olması gerekli. Aşk bir kelimeden ibaret şimdi herkesin ağzında aşk ta bir kitsch dir bana göre. Ucuz ve satıyor.. Her dilin mecmuası olmuş. Utanç verici... Oysa aşk öyle midir? Bunu sadece gözleriyle gören bilir.. Aşk ı görebilmek Dolunay'ın Güneş e  yerini bırakırken gökyüzünün mor yeşilimsi bir armoni yarattığını o saniselik an gibidir. milyarlarca insan bunu görememiştir. Nedeni ise derine inme korkusudur.

      

Bir Yer



bir yerden başladım. Sonun enkazından çıkıp
bir gusülle şarapnel parçalarından temizlenip
kefenimi yırttım, yeryüzüne tırmandım yine toprağı tırnaklarımla kazıp
bir yerde bitmiştim ben. sonumu unuttum hafızam kayıp..
affetmiyorum kendimi bu yüzden.
bir yerde hep yanlış yapıyorum. kasedi sarıp sonun enkazından çıkmakla başlıyorum işe
Bir yerde kaybettim ben. ama nerde..?
Kaybettiğim bedenimden bir parçam mıydı yoksa ruhum mu?
ters giden birşeyler var. Annem bile artık aramıyor, kimse ağlamıyor..
alışamadım..
herkes mutlu. yağmur falan yağıyor arada ama hava hep sıcak.
iklim de değişik
mevsimler birbirleriyle sevişiyor
onca kahkaha üzerime geliyor ben mırıldanıyorum
bir kış akşamı şarkısını karmaşık,ağır ve hüzünlü
hatırlamak istiyorum! lütfen tanrım.
Ben nerde yanlış yaptım.
Bir dilden döküldükçe tümceler
Duyan kulağın merkezi sisteminde depremler gerçekleşir
Gördü gözlerim..
Söyledi dilim, gözlerimi kapattığım anda yakamı bıraksın Özleyiş
Duvara çarpıp zemine süzülmesini izlemeliyim kavanozdaki Sitemin
Aydınlığı hapsettiğim gömlek cebim yırtılır

Sigara ve çakmak! ciğerlere kanserin dağılımıdır.

bir çığ düşer avuçlarıma kor olurum
sahiller anlamsız şimdi sensiz her yanım deniz,tuz, tufan  ve biraz da hasret
tanrı sever seni de beni de sevgilim lakin bize savaş zaruret
gırtlağıma inen bir giyotin gibidir hasret denen şey
özlüyorum gerisi envai çeşit mecmua
sevgi kelimesi kullanmaya çekiniyorum şimdilerde
sana olan sevgiye hakaret gibidir
sahte gelir..
ve bir yaprak düşüyor dallardan rüzgar  estikçe
ben eskidim
tanklar geçiyor üzerimden sevgilim kırılmıyor kemiklerim  sensizliğe direniyor
geleceğim elbet geleceğim ve bu savaş bitecek ilebet sürecek sevda yağmurundan nitekim çiçekler üreyecek.
ben sensizliği değil hep seni seveceğim bir çığ düşecek yine avuçlarıma kor olacağım..
yok olmayacağım!

yaşamak görevimdir yangın yerinde.